6 Ocak 2011 Perşembe

Üniversite nedir, ne değildir

Üniversite ya da İngilizce yazılışıyla “university” Latince universitas magistrorum et scholarium’dan gelir, anlamı da öğrenci ve alim topluluğudur. Ayrıca bir görüşe göre de evrensel şehir anlamı içerir. Sonuç olarak üniversite öğrencilerin eğitim aldığı bir yerdir.

Üniversite sadece meslek eğitimi vermez. Bu eğitimi veren kurumlara yüksek okul denir ve öğrencilerini iş hayatına hazırlar. Üniversite eğitimi alanlar daha çok uğraştıkları disipline bir artı getirmeye çalışırlar ve üniversite idealde olması gereken hali ile bir düşünce üretme yeridir. Tabii bu Türkiye’de pek de ayırdında olunan bir konu değildir.

Üniversiteler disiplinlerle, aradisiplinlerle ilgili çalışma yapılırken, öğrenciye direk bir şeyi ezberlemesi için dayatmaz. Gerçek üniversitede öğretim görevlileri merak eden öğrencilere, merak ettikleri konuları öğrenmeleri için rehberlik ederler. Onlar arasında ayrıca bir öğrenci öğretmen hiyerarşisi olmaz. Sonuçta aynı konuya ilgi duyan ve o konuda birlikte çalışmalar yapan dostlardır bir bakıma.

Kısacası üniversitelerde öğretim üyelerine duyulan saygı, yaşlarına veya mevkilerine hürmeten duyulan göstermelik bir saygı değil, uğraştıkları bilime ve üretilen bilgiye duyulan saygıdır. Gerçekten saygıyı hak ediyorsa zaten öğrencileri o saygıyı öğretim üyelerine gösterirler. Öğretim görevlileri de ellerinden geldiğince öğrencilerin merakları çerçevesinde onlara yol göstermeye çalışırlar.

Bu girişten sonra Bilgi Üniversitesi’nin pek de üniversite olduğu söylenemez. Üniversitede akademik özgürlüğün çerçevesini merak eden bir öğrencinin tez çalışması aylar sonra basına yansıyınca, özgür bir düşünce ortamı olması gereken üniversite birden sıkıyönetim ilan edilen şehirlere benzedi. Akademisyenlerin okuldan ilişiği kesildi. Tamamen göstermelik çözümler üretildi.

Bilgi Üniversitesi’nin akademik özgürlüğü hiçe sayan uygulamalarının ardından dünyanın en iyi üniversiteleri arasına giremeyeceğini bir kez daha gördük. Zira verilen eğitimin kalitesi kadar öğrencilere ve öğretim görevlilerine sağlanan özgürlükte önemlidir.

Bu konuda yakın tarihteki belki de en önemli olay Prof. Edward Said’in bir İsrail sınır karakoluna taş atarken çekilen fotoğrafının yayımlanmasıyla yaşanmıştı. Columbia Üniversitesi’ne Said’in ilişiğinin kesilmesi için baskılar yapılmaya başlanmıştı. Eminim ki Said bir Türkiye üniversitesinde ders veriyor olsaydı anında ilişiği kesilir ve bir daha Türkiye’de ders vermemesi sağlanırdı. Ancak Columbia Üniversitesi’nin rektörü Jonathan R. Cole bir yazı kaleme alarak Said’i savunmuştu.

Bu yazıda Cole şu ifadeleri kullandı; “Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir.

...Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz... Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler....

Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur....

Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, 'doğruluk' mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir.....

Bu nedenle, Said'in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said'e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said'in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamaların, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir...."

Bu savunmanın İngilizce ve Türkçe metni bütün üniversitelere asılsa ne güzel olurdu. Ancak öğrencilerin kıyafetlerine dahi karışan üniversiteciklerde bunun olabilmesi pek de mümkün görünmüyor.

Bilgi Üniversitesi dışında, Manisa’da Celal Bayar Üniversitesi’nde yaşanan bir olayda Türkiye’deki çoğu üniversitenin gerçek bir üniversite olmadığının kanıtıydı. Üniversitenin Rektörü Mehmet Pakdemirli, öğrencilerin protesto etmek istediği Bülent Arınç’ın misafiri olduğunu öne sürerek öğrencileri okuldan atmakla tehdit etmişti.

Pakdemirli’nin unuttuğu şey üniversitenin kendi evi olmadığı, aksine oranın öğrencilere ait olduğuydu. Şayet Arınç evine geldiğinde bu durum olsa haklıydı ancak okul öğrencilerindir.

ABD’de son başkanlık seçimleri sırasında eski başkan Bill Clinton, o zaman Demokrat Parti başkan adayı olan Obama için oy istemeye gittiğinde Cumhuriyetçi Partili öğrencilerce her seferinde protesto edildi ama kimse de çıkıp o öğrencilere bir şey demedi.

Üniversite fikir üretme yeridir ve üniversiteyi üniversite yapan “özgür” olmasıdır. Gerekirse fikirler uğruna eylemler de yapılır. Bu eylemler temel bir insan hakkı olan düşünce ve ifade hürriyeti kapsamındadır. Hiçkimse ve hiçbir kamusal otorite, polis ya da kolluk kuvvetleri Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile korunan buhakkın kullanılmasını engelleyemez.

Son olarak öğrencilere su ve gaz sıkan polisler rektörlük istemedikçe üniversiteden içeri giremez. Öte yandan Anayasanın 34 üncü maddesine göre, "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." AİHS'nin 11. maddesine göre de "Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir."

Bu yasal düzenleme karşısında demokratik hakkını kullanan öğrenciler değil, o öğrencilerin üstüne tazyikli su, biber gazı vs. sıkan kolluk kuvvetleri suç işlemiş olurlar. Zira öğrenciler üniversite alanı içinde yasal haklarını kullanabilirler ve polis buna karışmamalıdır. Demokratik bir rejimde polisin görevi, hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engellemek değil, kişilerin güvenliğini sağlamaktır. Ancak daha üniversite ile yüksek öğretimin farkının bilinmediği, son yıllarda üniversite sayısını ikiye katlamakla övünen ama o üniversitelerde verilen eğitimin kalitesi ile, bilimsel üretimin düzeyi ile hiç ilgilenmeyen iktidarların olduğu topraklarda bunlar dikkate alınmaz.

Gerçek üniversite eğitimi binaların sayısının artması ile değil, özgür düşünceye izin veren, kıyafetten çok kafa yapısını önemseyen kurumlarla olur. Orada öğretim görevlisi olmak da kolay değildir. Yoksa parası olan herkes üniversite açabilir, tıpkı her eline fırça alanın resim yapabileceği gibi.