16 Kasım 2016 Çarşamba

Bharara’dan Erdoğan’a: Sarraf’ın suç ortağı değilsen karışma

New York’ta tutuklu bulunan İran asıllı işadamı Rıza Sarraf davasında, New York Güney Bölgesi Federal Başsavcısı Preet Bharara ve ekibi mahkemeye yeni bir dilekçe sundu.

Dilekçede Sarraf’ın e-maillerinin aranması için temel teşkil eden 17 Aralık fezlekesiyle ilgili kısımlar yer alırken, ayrıca Miami’de Rıza Sarraf’ın iPhone telefonuna el koyan ve şifresini isteyen gümrük memurunun da savunmasına yer verildi.

Rıza Sarraf’ın avukatları savcılığın 23 Eylül 2014 tarihinde müvekkillerinin e-maillerinin aranması için çıkarılan emir ile ilgili olarak itiraz dilekçesi vermişti. Savunma dilekçede yer alan 17 Aralık fezlekesinin internetten bulunduğu ve doğruluğunun araştırılmasını istemişti. Ayrıca fezleke ile ilgili gazetelerde çıkan haberlere de yer verilmişti.

Savcılık ise savunmanın söylediklerinin arama emri alınmasından sonraki tarihlerle alakalı olduğunu belirtti. Savcılık ayrıca Türk politikacıların davanın içine çekilmesinin de doğru olmadığını belirterek, “Bu dava ABD’nin ulusal çıkarları, ulusal güvenliği, banka sahtekarlığı ve para aklamayla ilgili. Bu konuların Türk politikacılar ile ilgisi yok, sadece Sarraf ve suç ortaklarıyla alakalı” dedi.

TÜRK HÜKÜMETİ KARIŞAMAZ
Savcılığın 10 Kasım’da mahkemeye gizli kalmak koşuluyla yazdığı ve 15 Kasım’da mührü kaldırılan bir yazıda ise Türk Hükümeti’nin davaya müdahalesi tartışıldı.

Arama emri için internetten bulunan fezlekeyle ilgili olarak Türk Adalet Bakanlığı’nın aynı siteden fezlekeyi inceleyebileceği aktarılırken, 2014 yılında fezlekeyle alakalı hiçbir işlem yapılmamasına karşılık 2016’da ortaya kimi iddiaların atılması eleştirildi.

Savcılığın 17 Aralık fezlekesini kullanmasının Türk Adalet Bakanlığı tarafından eleştirilmesinin anlamı olmadığı, davada nelerin kullanılıp kullanılmayacağına Amerikan yasaları ile mahkemelerinin karar vereceği ifade edildi.

HÜKÜMET MÜDAHALE ETMEK İSTİYOR
Yazıda ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile yaptığı görüşmede Rıza Sarraf davasından söz açtığı, aynı şekilde Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın da Amerikan Adalet Bakanı Loretta Lynch ile görüşmesinde Sarraf’ın Türkiye’ye iade edilmesini istediği aktarıldı.

Hükümetin bu girişimlerinin tek amacının ileriki safhalarda Türk Hükümeti’nin davaya müdahale edebilmesi olduğu belirtildi.

DİLEKÇEDE SUÇ ORTAKLARI VAR
23 Eylül’de riza_sf@hotmail.com adresinin incelenmesi için mahkemeye sunulan dilekçede 17 Aralık fezlekesinin ve bu bağlamda Rıza Sarraf ile suç ortaklarının yazıldığı kaydedildi.

Sarraf’ın avukatları 17 Aralık fezlekesinin bir internet sitesinden alındığı için doğru olmayabileceğini, en azından Türkiye Adalet Bakanlığı’na arama emri için verilen dilekçenin bir kopyasının gönderilerek konu hakkında bilgi alınmasını talep etmişti. Mahkemenin daha önceden savcılığın savunmaya vereceği belgeleri 3. şahıslar ile paylaşmamasına yönelik emri nedeniyle Sarraf’ın avukatları en azından bu dilekçedeki mührün kaldırılmasını istiyordu.

Savcılığın mahkemeye sunduğu dilekçede 17 Aralık fezlekesinin içerik açısından polis fezlekesine benzediği, yapılan bütün araştırmaların adım adım kaydedildiği, telefon görüşmeleri, ses kayıtları, fotoğraflar ve istihbaratın polis tarafından yapıldığı düşüncesi uyandırdığı belirtildi.

FBI AJANI DOĞRULADI
Dilekçede ayrıca savcılığın ve emniyetin davalara yönelik verdikleri özel sayıların da bulunduğu kaydedildi.

Mahkemeye sunulan dilekçede ayrıca İstanbul’da görevli bir FBI ajanının da arama emri için mahkemeye verilmeden önce 17 Aralık fezlekesine baktığı ve gerçek olduğunu teyit ettiği açıklandı. FBI ajanının savcılık ile yaptığı görüşmede, fezlekedeki numaraların emniyet ve savcılığın kullandığı kombinasyonlar olduğunu doğruladığı ifade edildi.

ERDOĞAN BAYRAKTAR’IN SÖZÜ DİLEKÇEDE
Sarraf’ın 19 Aralık 2013 tarihinde tutuklanmasının ardından gelişen olaylar sonunda hükümetten üç bakanın (Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Muammer Güler) istifa ettiği, bir bakanın da, (Erdoğan Bayraktar) “Başbakan’ın (Recep Tayyip Erdoğan) istifa etmesi gerek” dediği yer aldı.

Rıza Sarraf’ın tutuklanmasının ardından dünya medyasının olayla ilgili haberler yaptığına da yer veren savcılık, ayrıca Sarraf’ın finansal kayıtlarını yakından bilen birinin bir buçuk yıl boyunca her gün uçakla 1000 kilo altın taşındığını aktardığını belirtti.

Tutuklamadan sonra Sarraf’ın verdiği bir röportajda altınların esas sahibi olarak Babek Zencani’yi aktardığı da hatırlatıldı.

Babek Zencani’nin verdiği bir röportajda İran Merkez Bankası’nın parası bittiği zaman yetkililerin kendisine geldiğini, petrol paralarını ülkeye getirmesini istediklerini söylediği açıklandı. Zencani’nin İran’da petrol parasını teslim etmediği için idam cezasına çarptırıldığı hatırlatılırken, Sarraf ile Zencani hakkında Today’s Zaman’da çıkan bir yazı da delil olarak sunuldu.

Bu arada Today’s Zaman haberinin delil olarak konulmasıyla ilgili yazılan dipnotta gazeteye hükümetin kayyım atadığı ve sonrasında yazının dijital ortamdan silindiği, bu sebeple diğer haberler gibi internet bağlantısının verilemediği açıklandı.

ERDOĞAN ABD VE İSRAİL’İ SUÇLADI
İngiliz Telegraph gazetesinin 29 Aralık 2013’te çıkan bir haberinde Sarraf’ın bakanlara verdiği rüşvetlerin, Halkbankası Genel Müdürü’nün evinden ise ayakkabı kutularında paralar bulunduğunun yazıldığı aktarıldı.

Aynı haberde Tayyip Erdoğan’ın soruşturmayı yürüten polis ve savcıları, gazetecileri, Amerika ile İsrail’i kendisini devirmek için plan yaptıkları gerekçesiyle suçladığının yer aldığı da belirtildi.

4000 POLİS GÖREVDEN ALINDI
Yaşanan olayların ardından hükümetin 4000 polis ve savcıyı ya görevden aldığı ya da görev yerlerini değiştirdiği belirtilirken, fezlekenin sahte olduğuna dair kimsenin bir kanıt ortaya koyamadığı da yazıldı.

Savcılık ayrıca başka bir dipnotta da fezlekenin internet sitesinden alınan Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin eski genel yayın yönetmeni olduğunu, 2015’te hapse atıldığı, Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda oldukça gerilediğini ifade etti.

FEZLEKEDEKİ DELİLLER ÇÜRÜTÜLEMEDİ
Konuyla ilgili yapılan Meclis soruşturmasında ise taraflar arasındaki ses kayıtlarıyla ilgili olarak, “Türk yasalarında ses kayıtları delil kabul edilmez” denerek delillerin yok sayıldığı aktarıldı. Bugüne kadar yapılan mahkeme ve soruşturmaların hiçbirinde fezlekede yer alan delillerin gerçek olmadığına dair bir delil konamadığı, bu fezlekenin sadece politik söylemler ile kötülendiği belirtildi.

Rıza Sarraf’ın avukatlarının da bu konuda yeni bir delil ortaya koyamadıkları belirtilirken, savcılığa karşı verilen dilekçede yer alan haberlerin hepsinin 23 Eylül 2014 sonrasına ait olduğu belirtildi. Savcılık ayrıca Sabah gazetesi ve Anadolu Ajansı ile ilgili olarak da asılsız spekülasyonlar yaptıklarını, Sabah gazetesinin savcılık ve mahkeme için Fethullah Gülen’in adamları imasında bulunduğunu aktardı.

ERDOĞAN SUÇA KARIŞTI
Savunmanın mahkemeye sunduğu New York Times gazetesine ait bir makalede bilerek çıkarılan bir bölüm de savcılık dilekçesinde yer aldı. Savunmanın yer verdiği makalede Cumhurbaşkanı’nın suçlara dahil olduğu ve bu yüzden davaya karıştığı yorumunun da yapıldığı hatırlatıldı.

Savcılık ayrıca kimi makalelerde 17 Aralık fezlekesini hazırlayanlar ile ilgili olarak Gülen sempatizanı yazıldığını ancak bu kişilerin kim olduğu, bir grubun mu yoksa bütün Adalet Bakanlığı personelini mi kast ettiğinin belirtilmediğini aktardı.

FEZLEKE OLDUKÇA AYRINTILI
New York Güney Bölgesi Federal Savcılığı’nın dilekçesinde 17 Aralık fezlekesinde Sarraf ile iş ortağı Abdullah Happani arasında yapılan görüşmelere ve verilen rüşvetlerin bulunduğu exel çizelgelerine yer verildiği ifade edilirken, savcılığın yaptığı mail incelemesinde de ikilinin bu konularda sık sık mailleştiği kaydedildi.

ARAMA EMRİ HER HALÜKARDA ÇIKARDI
Savunmanın 17 Aralık fezlekesine bağlı olarak e-maillerin aranma emri çıktığı tezine de karşı çıkan savcılık, mahkemenin 17 Aralık fezlekesini kabul etmemesi halinde bile kendilerinin Sarraf’ın finansal işleriyle ilgili oldukça fazla sayıda belgeyi taleplerine ekledikleri ve yine bu arama emrini alacakları kaydedildi.

MICROSOFT İTİRAZ ETMEDİ
Arama emrinin ABD sınırları dışındaki verileri kapsamayacağı iddiasına karşılık olarak da mail hesabının bağlı olduğu Microsoft şirketinin verileri ABD’ye de transfer ettiği, arama emri çıkartılırken şirketin bu duruma itiraz hakkının bulunduğu açıklandı.

Savcılık Microsoft’un arama emri kararının alınmasına ilişkin olarak hiçbir itirazda bulunmadığı ve verileri ABD’ye transfer ederek incelenmesine izin verdiğini yazdı.

SARRAF’IN GELECEĞİ ÖNCEDEN BİLİNİYORMUŞ
Mahkemeye sunulan dilekçelerde Rıza Sarraf’ın Miami’de havalimanında tutuklanması sırasında bulunan FBI ajanı Benjamin Denk, cep telefonlarının araştırılması konusunda uzmanlaşmış savcılık çalışanı Reginald Donaldson ile Gümrük ve Sınır Koruma Şefi Michael E. Kaneris’in ifadelerine de yer verildi.

Denk davanın ilk zamanlarından beri haberi olduğunu ve Sarraf’ın Amerika’ya geleceğini öğrenince tutuklanması için gerekli hazırlıkların yapıldığını anlattı.

Kaneris ise Sarraf’ın gelişinden birkaç gün önce kendisine haber verildiğini ve internette yaptığı araştırmalarda Sarraf ile eşi Ebru Gündeş’in Türkiye’de önemli kişiler olduklarını anladığını açıkladı.

İki görevli de Sarraf’ın tutuklanması ile ilgili rutin prosedürlerin yapıldığını, hatta Sarraf’ın ikinci sorgulamaya alınana kadar FBI tarafından tutuklanacağını bilmediğini kaydetti.

Denk Sarraf’ın üzerinden 100 dolar çıktığını, para dolu çantasının ise Ebru Gündeş’e verildiğini kaydetti.

TELEFON PARMAK İZİ İLE AÇILIYORMUŞ
Dilekçelerde en ilginç bölüm ise Donaldson’un ifadesinde yer aldı. Donaldson iPhone 6’ların şifre ya da parmak izi ile açıldığını anlattıktan sonra Sarraf’ın telefonunun parmak izi ile açıldığını söyledi.

Sarraf aylardır mahkemede telefonunun şifresini gümrük memurlarına verdiğini ancak FBI ile paylaşmadığını, bu yüzden telefonundan çıkacak bilgilerin geçerli sayılamayacağını iddia ediyordu.

MAHKEME 30 KASIM’DA
Davanın hakimi Richard Berman savunmanın Sarraf’ın e-mailleri için arama emri başvurusu sırasında verilen dilekçenin Türk Adalet Bakanlığı ile paylaşılmasını reddederken cep telefonundan çıkan bilgilerin kullanılıp kullanılamayacağına ise 30 Kasım’da yapılacak davadan sonra karar verilecek.

11 Kasım 2016 Cuma

Donald Trump’a başkanlığı getiren strateji

ABD başkanlık yarışında Donald Trump’ın rakibi Hillary Clinton’ı geçmesi neredeyse dünyanın tamamını şoka uğrattı. Kimse kadınları aşağılayan konuşmalar yapan, Başkan seçilirse yasa dışı göçmenleri ülkeden göndereceğini söyleyen, Müslümanların ülkeye alınmayacağını açıklayan, Meksika ile Amerika arasına duvar örmeyi öneren Trump’ın seçileceğini düşünmüyordu.

Peki, Donald Trump nasıl başkan seçildi? Bu durumun sosyolojik değil ama politik açıklaması biraz da Cumhuriyetçi Parti başkan adayının belirlenmesinde yatıyor.

Cumhuriyetçi başkan aday adayları ilk ön seçim için Iowa’ya gittikleri zaman Ted Cruz çoğu kişinin eleştirdiği bir politika izledi. Iowa’daki bütün oy kullanılacak merkezleri ziyaret etme sözü verip, bu sözü tuttu. Ön seçime üç gün kala bütün rakipleri nüfusun yoğun olduğu yerlerde kampanya yaparken Cruz nüfusun kimi zaman 30 kimi zaman da 400 olduğu kasabaları gezdi.

Sonuçta merkezden aldığı oyların üzerine bu küçük bölgelerdeki oylarda eklenince Cruz ilk ön seçimi kazanmış oldu.

Bu seçimde de Trump’ın özellikle Doğu bölgesinde nasıl kazandığına bakınca bu strateji açık bir şekilde görülüyor. Trump belki Cruz gibi her küçük bölgeyi gezmedi ancak oralardan istediğini aldı.

Dediğimi daha açık anlatmak için iki örnek vereceğim. İlki Florida. Swing state olarak adlandırılan ve kimi zaman Cumhuriyetçi Parti’ye kimi zaman ise Demokrat Parti’ye oyların gittiği eyaletin nüfusunun kalabalık olduğu kesimlerde Hillary Clinton oyların büyük bir bölümünü aldı. Ne var ki nüfusun daha az olduğu noktalarda Donald Trump oyların yüzde 80 ila 95 arasında değişen bir bölümünü aldığı için Florida’nın galibi oldu.

Eyaletin en kalabalık yerlerinden biri olan ve 1,8 milyon kişinin yaşadığı Broward County’de Clinton istediği oyu alsa da Florida’da kaybetti.

İkinci örnek ise cumhuriyetçiliği ile bilinen Teksas. Teksas’ı kimin kazandığı açıklanmadan az bir süre öncesine kadar Clinton öndeydi ve bu oldukça ilginç bir durumdu. Kırmızı kale olarak bilinen ve her zaman Cumhuriyetçi olan Teksas’ta Clinton’ın kazanması büyük bir olay olurdu. Clinton’a bu kadar çok oy sağlayan ise eyaletin nüfusunun en kalabalık bölgelerinden San Antonio’dan kendisine gelen oylardı. Tabii eyaletin kalanı genelde koyu Cumhuriyetçi olduğu için Clinton kaybetti.

Bu iki eyalet esasında Trump’ın stratejisini iyi açıklıyor. Oy alabileceğin yerler az da olsa tüm oyları al, o küçük oylar birikip çoğunluğu oluşturur.

Bu nüfusun az olduğu yerlerde yaşayanların genellikle eğitim düzeyi düşük beyaz Amerikalılar olduğu belli oldu. Ancak hepsi de bu tanıma uymuyor.

Amerika’da tanıştığım bir araba tamircisi dostumun birkaç yıl önce anlattığı bir olay ve kısa bir araştırma bunu bana gösterdi. “Eskiden müşteri geldiği zaman arabasını birkaç gün için bırakır ve giderdi. Şimdi gelen ise tek bir noktaya baktırıyor, diğer sorunları söylesek de boş ver diyor” diyerek dert yanmış ve o eski müşterilerin ülkenin iç kesimlerine taşındığını anlatıştı dostum.

Gerçekten de bundan 30 yıl önce ABD’nin orta ve üst sınıfını oluşturan Amerikalıların büyük bir bölümü nüfusun az olduğu iç kesimlerde. Nüfusun yoğun olduğu yerleri göçmenlere ve azınlıklara bırakmışlar gibi. Bu azınlıklar ki Barack Obama’ya 2008 ve 2012’de başkanlığı kazandıran kişilerdi.
Fakat, sekiz sene sonra azınlıklara yenilen beyaz Amerikalılar geri döndü ve Beyaz Saray’ın yeni patronunu belirledi. Bu grubun içinde olan komşum bana yasadışı göçmenleri ülkeden göndereceği için Trump’a oy vereceğini açıklamıştı.

Üç kuşaktır inşaat işiyle uğraşan İtalyan komşum, tıpkı araba tamircisi dostum gibi eskileri anlatarak durumu özetlemişti. 20 yıl önce kazandığı para ile ailesine çok iyi bakarken bugünlerde iş bulmakta zorlanıyordu. İş için saatlik adam başı 7 dolar istediğini ancak göçmenlerin 3 dolar fiyat vererek müşterilerini çaldığından şikayetçiydi.

“Ben” demişti, “İşçilerimin sigortasını, işimin vergisini ödemek zorundayım. Kazaya karşı önemler almam lazım. Ve yanımda çalışanlar işi iyi bilen kişiler olmalı. Ancak göçmenler ne vergi veriyor ne de işçileri sigortalı. İşi de bilmiyorlar. Zaten onların batırdığı işleri düzeltmek için çağrılıyoruz genelde” diyerek derdini anlatmıştı.

Tabii sadece beyaz Amerikalılar değil, artık değişim isteyen, Washington’daki ayrıcalıklı sınıfla ilişkisi olmayan ve sistemi değiştireceğine inanılan Trump başka bir grubun da umudu oldu.

New Hamphire’daki Trump mitingine katılan kimi Amerikalılar Clinton’ın sistemin bir üyesi olduğu için ona oy vermeyeceklerini ve bu yüzden Trump’ı dinlemeye geldiklerini söylemişti. Miting çıkışında ise Trump’ta da aradıklarını bulamadıklarını açıklayıp Libeteryen Parti’nin adayı Gary  Johnson’a oy vereceklerini belirtmişlerdi.

Gerçekten de Johnson Clinton’ın kıl payı kaybettiği çoğu eyaletti yüzde üç ila dört arası oy alarak seçimin kaderini bir anlamda değiştirdi. Tıpkı 2002 yılında Genç Parti’nin merkez sağdan aldığı oylarla AKP’ye hükümetin anahtarını sunması gibi. Bunlarla birlikte oy kullanmayan yüzde 40’ın üzerindeki seçmen de ayrıca Trump’a yarar sağladı.

Amerikalılar özellikle son iki hafta seçimin bir an önce bitmesini istiyordu. Çoğu kişi kötünün iyisini seçmek durumundayız diye dert yanıyordu. Ve kendilerine göre kötünün iyisini seçtiler.

Trump da bu noktada oldukça iyi bir strateji izleyerek küçük bölgelerde oyların çok büyük bir bölümünü alarak yarışı kazanmayı bildi.

Dört yıl sonra yine bu strateji işler mi? Pek sanmıyorum. Sonuçta Trump’ın keskin dilinden dolayı çok alınan ve şu an ülkenin çeşitli kesimlerinde protestolar yapan kişiler ona karşı daha iyi organize olur. Ancak halkın istediği değişimi Demokrat Parti yeteri kadar duymazsa işte yine bir Trump mucizesi karşımıza çıkar.

Amerika bundan 30 yıl önceki Amerika değil. Başkan adayının ten rengi, dini, hangi örgüte üye olduğu çok önem taşımıyor. Değişimden yana ise ve elit kesimin yararlandığı sistemi yıkacağını açıklıyorsa o adayın tıpkı Obama veya Trump gibi kazanma ihtimali büyük. Yeter ki kendi tabanına mesajı istediği gibi ulaştırabilsin.

8 Kasım 2016 Salı

Bharara’dan Sarraf’ın ağabeyine teröre yardım suçlaması

New York Güney Bölgesi Federal Başsavcısı Prett Bharara, Rıza Sarraf’ın ağabeyi Can Sarraf’a (Muhammad Zarrab) da dava açtı. Davada terör örgütlerine yardım, bu örgütler için silah ve mal kaçakçılığı, örgüt üyelerine gizli seyahat imkanı sağlama suçlamaları ile banka dolandırıcılığı, kara para aklama suçlamaları yer alıyor.

Başsavcılıktan yapılan açıklamada Rıza Sarraf ile 2010 yılında Royal Holdingi kuran Can Sarraf’ın kardeşi Rıza Sarraf, Kamelia Jamshidy ve Hossein Najafzadeh ile birlikte terör örgütlerine yardım sağladıkları ayrıca İran yaptırımlarını deldikleri belirtildi.

Başsavcılık Rıza Sarraf, Kamelia Jamshidy ve Hossein Najafzadeh’ın benzer suçlardan yargılandığı bir dava olduğu ve Jamshidy ile Najafzadeh’in kaçak durumda bulunduğunu ifade ederken İran asıllı Türk vatandaşı Can Sarraf’ın da şu an kaçak durumda olduğunu açıkladı.

ABD bankalarını kullanarak işlemler yapıldığı belirtilirken Can Sarraf’ın iddianamesinde ilgi çekici bir fark göze çarpıyor o da Mahan Air ya da Mahan Havayolları. İran’a ait Mahan Air ile İran Devrim Muhafızları üyelerinin güvenlik kontrollerine girmeden seyahat etmesine yardım edildiği, Suriye’ye rahatça girip askeri eğitim vermelerinin sağlandığı ve İran Devrim Muhafızları için silah sevkiyatı yapıldığı iddia edildi.

Mahan Air’in ayrıca aynı şekilde Hizbullah militanlarının da seyahat etmesine, örgüt için silah ve yardım taşınmasına yardım ettiği açıklamada yer aldı.

Toplam 75 yıl hapis istemi

Can Sarraf, Rıza Sarraf, Kamelia Jamshidy ve Hossein Najafzadeh’ın ABD’nin çıkarlarına karşı komplo kurmak, banka dolandırıcılığı, kara para aklama ve İran yaptırımlarını delmekten suçlandığının yer aldığı açıklamada ayrıca bütün suçlamaların maksimum ceza süreleri de verildi. Buna göre ABD’nin çıkarlarına karşı komplo kurmak 5 yıl, kara para aklama ve banka dolandırıcılığı ayrı ayrı 20 yıl, İran yaptırımlarını delmek ise 30 yıl hapis cezası ile cezalandırılıyor.

Savcılık verilecek cezanın mahkeme tarafından verileceğini ve her suçlama için maksimum hapis cezasının da olamayacağını belirtiyor.

ABD’nin Türkiye’ye mesajı mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinde Başkan Yardımcısı Joe Biden ile Rıza Sarraf davasını görüşmesi ayrıca Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Fethullah Gülen ile ilgili görüştüğü ABD’li mevkidaşı Loretta Lynch’e ayrıca Sarraf davasını açıp Türkiye’de yargılanmasını istemesine karşın bu gelişme bir mesaj olarak da yorumlanıyor.

Her ne kadar ABD’de hukuk bağımsız olsa da böylesine önemli ve yurtdışı ayağı olan davalarda federal savcıların Adalet Bakanlığını bilgilendirdiği bir gerçek

Davaya ise Rıza Sarraf’ın davasına bakan Richard Berman’ın bakacağı açıklandı.

Sarraf ailesinden henüz açıklama yok

Konu ile ilgili Sarraf ailesinin görüşünü sorduğum ailenin avukatı Şebnem Eriş ise henüz bir açıklama yapmadı.