15 Temmuz 2010 Perşembe

Suskunluk

Mevlevilikte ölüm yoktur sadece susmak vardır. Ben seninle konuşmadığım her gün susuyorum...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Sözü muteber olmayan malum paşa

Eskiden mahalleler vardı ve o mahalleler şimdikilerden oldukça farklıydı. Komşuların hepsi birbirini tanır, mahallenin çocukları sürekli birlikte oynar, küçükler büyüklerine saygı gösterir ve birinin başı sıkıştığı zaman tüm mahalle yardıma koşardı. Yani şimdiki mahallelerden hakkaten farklıydı.

Akşamları mahallenin delikanlıları bakkalın önünde kasaların üstüne oturur, muhabbet ederlerdi. Bir büyükleri geçtiği zaman da ayağa kalkar ve selam vererek, hal ve hatırlarını sorarlardı. Büyükleri bir şey dediği zaman da can kulağıyla dinlerlerdi zira büyüklerin sözü muteberdi.

Artık o mahalleler yok. O saygı ve sevgi de çok zor bulunuyor. Sözüne güvenilecek adamların, büyüklerin sayısı ise giderek azaldı. Ne var ki bu azalma sadece mahallelerde değil toplumun her kesiminde böyle. Sanki mahalleler yok oldukça, güvenilir kişiler de yok olmakta...

Şimdilerde hangi mevkide bulunduğuna bakmaksızın insanlar akıllarındaki şüpheleri, kanıtlayamasalar da sanki gerçekmiş gibi söyleyebiliyorlar. "Benim düşüncem" ya da "kişisel kanaatim" lafını kullanmaya bile gerek görmüyorlar.

Son olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, darbeye ait planları Taraf gazetesine (kendi sözleriyle malum gazeteye) polisin sızdırdığını söyledi. Bu iddiasını destekleyecek bir kanıt bile sunmaya gerek de duymadı. Ne de olsa o koskoca ordunun komutanı. Her sözünün gerçek olması gerekir gibi bir durum mevcut.

Ne var ki halefi Yaşar Büyükanıt da kimi açıklamalar yapmış ancak kanıtlayamamıştı. Başbuğ da Büyükanıt gibi sert mesajlar vermiş ancak kağıt parçası dediği belgeye uzmanlar gerçek belge, boru dediğine ise lav silahı demişlerdi. Yani Başbuğ ne zaman kesin bir dille, kanıt sunmadan düşüncelerini söylese yanıldı.

Başbuğ’un konumunda, konumunu geçtim yaşındaki biri için çok zor bir durum olmalı. Onca güce sahip olduğun halde söylediklerinin doğru çıkamaması. Ayrıca sana emanet edilen çocukların hayatlarını gerektiği gibi koruyamamak çünkü gerçek bir komutan kendisine emanet edilen her askerden sorumludur ve komutanlarının döşediği mayınlar yüzünden o çocuklar ölürse komutanlara gereken cezayı vermekten çekinmez, çekinmemelidir.

Başrolünde Robert Redford’un oynadığı Son Kale (The Last Castle) filminde ABD ordusunun en kudretli komutanlarından biri emrindeki askerleri verdiği yanlış bir karar sonucu öldürdüğü için hapse giriyordu. Acaba Türkiye’de böyle bir durum olsa, kaç komutan buna benzer bir ceza alır?

Mustafa Kemal’in o herkesçe bilinen Kocatepe’deki fotoğrafı geliyor bazen aklıma. Büyük Taarruz öncesi ordusunun nasıl bir taktik izleyeceğine son kez bakarken ve düşünürken. Şimdi acaba kaç Genelkurmay başkanı Güneydoğu’da dağa çıkıp askerlerin izleyeceği harekatı öyle düşündü? Kaçı en yüksek rütbedeyken siperde askerleriyle yatıp çatıştı? Ve kaçı o çatışmaların ardından bu sorunun silahla çözülemeyeceğini anladı?

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Doğumlar ve ölümler

Evlerde bazen eskiden kalma, ambalajı bile açılmamış eşyalar durur. Sahibi dışında evdeki kimse anlamaz ve bilmez o eşyanın neden ambalajının dahi açılmadığını. Şayet bu eşya ile ilgili daha önce soru sormak isteyen bir iki kişi sert cevap da aldıysa orada bir tabu oluşur.

Kimi zaman ambalajı bile açılmamış eşyaların yerini kimseye okuması için verilmeyen bir kitap alır ya da kimsenin varlığından dahi haberi olmadığı bir günlük. Tabunun oluşmasından sonra oluşan merak da her geçen gün artar ancak bu eşyaların hikayesini öğrenmek için hep zaman gerekir.

Genellikle de bu tür eşyaların arkasından bir aşk hikayesi çıkar. O ambalajı açılmamış eşya aşık olan kişiyle birlikte alınmış veya birlikte kullanılacaktır. Ancak hayat ya da cesaretin yetmemesi buna bir şekilde engel olmuştur. Artık eski günlere dair tek korunacak hatıra bu herkesten saklanan eşyadır.

Yıllarca sevilmiş ve bir gün, kimi zaman hayatın son deminde bile birlikte olunur diye düşünülen kişinin ölüm ilanı, çok eskiden hediye edilmiş bir kitabın içinde saklanır. Geceleri o kitabın aynı sayfası açılır ve ölüm ilanına bakılarak, yaşanamamış güzel günlerin hayaliyle bir damla gözyaşı yanaklardan süzülür. Sonra aynı ölüm ilanı gibi gözyaşı da herkesten saklanır.

Sabaattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki gibi her şeyi anlatan bir günlükte olabilir bu eski aşkı anlatan eşya. Kısaca her yaşanamamış ve yaşanamadığı için pişmanlık duyulan aşktan bir eşya vardır.

Bazen böyle şanssız olunmaz da... İnsanın yeniden doğduğu bir gün olur. O günle birlikte hayatı yeni bir gözle görmeye başlar. Tüm yaşananlar geçmişte bir önceki yaşamda kalmıştır. O gün alınan nefes tıpkı yeni doğmuş bebeğin ilk nefes almasında ciğerlerini yakması gibi ciğerleri yakar. Gözler ilk kez ışık görüyormuşcasına acır. Bunlar yeniden doğumun işaretleridir.

Artık şarkılar daha anlamalı, hayat daha güzeldir. Tüm bunları paylaşacak biri vardır. Yapılan her şeyde insan kendisini değil öncelikle sevdiğini düşünür. Bu yeniden doğumun en büyük artısı artık hayatı kendinizden daha çok sevdiğiniz biri için yaşamanızdır. Eşyaların saklanmasına gerek yoktur, önemli olan paylaşılmasıdır.

Bu yeniden doğumlar gibi ilk ölümler de mevcuttur hayatın içinde. İnsan sadece bir kere ölmez. Yaşamın içinde onu öldüren haberler alır ya da durumlarda kalır. Kimi zaman uzaklardayken ölür insan. Öldüğünü ise aradan bir zaman geçtikten sonra alır ve hayatın içinde yaşayan ölüye dönüşür.

Bazen de yaşadığı bir anda öldüğünü, o anın ardından hayatının bir daha eskisi gibi olamayacağını anlar. Zaman her şeye derman olsa da bazı durumların şifası yoktur. Açılan yaraları kapatabilecek tek ilaç zaman değil, o yarayı alan diğer kişidir.

Ayrı ayrı cehennemlerde yaşanır. Geceler kabuslarla geçer, gündüzler bir ölünün yaşamaya çalışması gibidir. Yaralar acır, ara ara kanar ama zamanla da iyileşmez. O yaraların aynısına sahip kişi ile yanyana gelmeden yaralar iyileşmeye başlamaz. Şayet cesaretleri ve istekleri varsa ayrı ayrı cehennemi yaşayanlar birlikte bir cennet yaratabilirler, birlikte yaralarını iyileştirebilirler.

Zaten yaşamaın ilginç yanı cenneti de cehennemi de ölmeden insanlara yaşatabilmesidir. Bir çift gözün gülümseyen bakışıyla dünyada cennet bulunabilinir. O bakışın ömür boyu sizden uzaklaşmasıyla cennet bahçeleri bir anda ateşlerin yaktığı cehenneme dönüşebilir.

Hayat cehenneme dönüşürse artık tabu olacak bir eşya var demektir ve o eşya yaralar kanarken, cehennem hayatı yaşanırken, geçmişi düşünüp bir an nefes almak için saklanır. O anının belki de tek kirlenmeyen, paylaşılmamış saflığıdır o eşyalar.

Hayata bir kez gelinir. İnsanlar cesaretleri yoksa, istediklerini yapacak güce sahip değillerse bir ömür cehennemi yaşayabilirler. Fakat kişi hayatta ne istediğini biliyorsa, mutluluğu nasıl yaşayacağını görüşse, onun arkasından gözünü bir an bile kırpmadan gidebilir. İnsanların ne diyeceği, dışarıdan nasıl görüneceği önemli değildir çünkü gerçek aşk çok zor bulunur ve ona sahip çıkmak için her şeyi göze almak gerekir.

Hayata bir kez gelinir, bir kaç kere doğulur ve bir kaç kere ölünür ancak gerçekten bir kere yaşanır.