27 Eylül 2010 Pazartesi

Çocuklar ve zehirli etler

Esasında bir haftayı geçti malumunuz zehirli et meselesi. 12 ton ette Listeria Monocytogenes ve Salmonella bakterileri tespit edilmişti. Sonrasında bu etler imha edildi edilmedi konusunda polemikler çıktı, son nokta olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı Metin Süerdem bu etleri yediğimizi söyledi.

Şahsen bir zamandır mide ağrıları çeken ve sonunda midesinin bir bakteri yüzünden hastalandığını öğrenen biri olarak artık o etlerden yediğime inanıyorum.

Can sıkıcı bir durum ama daha da can sıkıcı olanı bu konuda hukuki olanaklarımın da fazla olmaması. Zira zehirli etlerden hastalık kapıp kapmadığım belirlenemiyor. Dava açsam bile kazanmak mucize gibisinden.

Şimdi etlerin hastalıklı olduğu biliniyor. Raporlar da var ancak bir şey yapılamıyor. Zamanında belki bu konu gündeme gelseydi durum daha farklı olabilirdi. Benim durumumdaki kişilerin yapabileceği gibi tek çözüm bu konuda vatandaş olarak gerekli yerlere soru sormak ve hakkımı aramalarını istemek.

Hakkımı ararken de mide rahatsızlığı çeken biri olarak merak ettiğim bir iki noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle Steakhouse, Whooper ve hamburger etlerinde (bilmeyenler için ilk iki ürün; Burger King’in özel hamburger çeşididir) bakteri bulunduğu, hastalıklı oldukları ne kadar zamandır biliniyordu?

Bu etler yüzünden hamile kadınlar düşük yaptıysa, çocuklar öldüyse ya da benim gibi mide rahatsızlıkları arttıysa kim hesap verecek? Bu sorunun cevabı biraz zor biliyorum çünkü o ölümler ya da hastalıklar etler yüzünden olmadı denebilir ve aksi kanıtlanamaz da.

Peki ama bir çocuk dahi olsa, bu etlerden birini yeseydi ve ölseydi ne yapılacaktı. Olayın üstü örtülecek miydi?

Taş atan çocukların hapishanelerde çürümemesi, hayat ile bağlarının kopmaması için o kadar uğraşılırken hamburger etleri için ses çıkarmamak bana çok da dürüstçe gelmiyor.

Belki bu etlerin hepsi restoranlarda satılmadı ama okul kantinlerine gitmediğinin de garantisi yok. Başkalarının çocuklarını düşünen ve endişelenen, bazen tanımadığımız bir çocuğun başına gelenlere üzülen, o üzüntü esnasında içten içe o kötü olayın kendi çocuğumuzun başına gelmediği için şükreden bizlerin nasıl olup da kendi çocuğumuzun sağlığı için bu kadar önemli olan bir olayı es geçtiğimizi aklım almıyor.

Acaba kaç veli okuldaki yemekhanede ya da kantinde satılan etlerin araştırılmasını istedi?

Tabii bize bir şey olmaz inancının bu duyarsızlıkta rolünün büyük olduğuna inanıyorum. Gaz tüplerini çakmakla kontrol eden, “bize neler yedirmişlerdir şimdiye kadar” diyen bir toplumun bu olay karşısında da, “aman canım çoktan yemişizdir o etleri” diyeceğini duyar gibiyim. Hatta diyenler kesin çıkmıştır.

Ne var ki bu duyarsızlığın kendimiz değil de çocuklar için olduğunu düşünmek beni daha da korkutuyor. İnsanların kendi çocuklarının sağlığı için bile soru soramadığı, hakkını aramadığı bir yerde yaşamak en korkunç kabuslardan bile beter.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Korkmaya gerek yok

Referandumdan “evet” çıktı. Şimdi bir grup büyük sevinç yaşayıp, bu değişikliğin yeni bir Anayasa için önemli bir adım olduğunu düşünürken, “hayır” oyu verenler ülkenin karanlığa doğru ilerlediğini düşünüyor.

“Evet” oyu veren ya da boykot ederek en azından darbe anayasasına karşı olduğunu gösterenler için bazı önemli noktalar vardı bu referandumda. Öncelikle Anayasa’nın Geçici 15. Maddesi’nin kaldırılarak darbecilerin yargılanmasına imkan tanınmasıydı.

Çoğunluk Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanamayacağını söylese de en azından artık darbe yapanların yargılanabileceğinin gösterilmiş olması önemli bir nokta. O 12 Eylül ki en acı anılarını Diyarbakır Cezaevi’nde bırakırken sağcısıyla solcusuyla on binlerde unutulmayan izler bıraktı.

Bugün bakılınca Anadolu ülkücüsü denen vatanını seven ancak kendilerinin kullanıldığını da unutmayan kesimin, MHP lideri Devlet Bahçeli’yi dinlemeyerek neden evet dediğini anlamak çok zor değil. Kendilerinin kandırıldığına inana ülkücüler 12 Eylül ile hesaplaşmak için “evet” dedi.

Bir diğer “evet”çi grup ise artık çoğunluk olduklarını bilen ve laik elit kesimin ideolojisinden sıkılanlar. Bu ideoloji ki en basitinden TBMM’de 411 milletvekilinin başörtüsü yasağı kalkması için evet demesine karşın, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı onaylamasıyla göründü. Başka bir örnek de kendilerinden olmadığı düşüncesiyle Abdullah Gül’ün önüne 367 oyu çıkaranlar.

Bir de ordunun yanlış işler yaptığını belirterek iddianame yazan savcının dönemin Genelkurmay Başkanı’nın emriyle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca (HSYK) derhal görevden alınması ve avukatlık dahil yapamayacak şekilde cezalandırılması var. Bu kararın alınması için Yaşar Büyükanıt HSYK’ya ‘emir’ verdiğini kendisi açıkladı.

Artık toplumun değişim isteyen sesine kulak tıkayanlar ne yazık ki sandıkta yenildiler. Halk kendini kandıranları istemediğini ve daha fazlasını talep ettiklerini bir kez daha gösterdi. Ayrıca Türkiye bir şekilde son 30 yılıyla hesaplaştı.

Güneydoğu’da BDP’nin etkili olan boykotu da ülkenin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğunu göstermesi açısından önemli. Artık açılımın kaldığı yerden devam etmesi gerekiyor.

Referanduma “evet” oyu verenlerin Kürt açılımına da dolaylı olarak destek verdiği gerçek çünkü bu ülkede yaşayanlar artık ülkedeki iç savaşın bitmesini istiyor. Şayet Kürt açılımı sanıldığı gibi halkın büyük tepkisini çekseydi sandıkta beklenenden fazla “evet” oyu çıkmazdı ya da MHP’nin kalesi olan kimi bölgelerde “hayır” önde giderdi.

“Evet” oyu verenler en kısasından yıllardır yaşananlardan bıkan, usanan ve daha iyiyi isteyen insanlar. Bir de “hayır”cılar var. Ülkenin daha kötüye gideceğinden korkan bu sebepten iktidar partisinden gelen Anayasa maddelerinin değişikliğine karşı olanlar.

Onların korkularını anlıyorum ve benim gibi düşünen kişiler olduğunu da biliyorum. Ancak unutulmaması gereken biz geçmişte yaşananlar yüzünden, somut olaylar sebebiyle “evet” dedik. Her zaman korkular, tedirginlikler olacaktır. Bu korkular ilerleme isteğimizi, değişimleri etkilememeli. Umut olmadan yaşamak çok zordur.

Ve son bir söz. Şayet sizin korktuğunuz gibi ülke daha karanlığa gider bir hal alırsa emin olun ki “evet” verenler de sizin yanınızda durur ve ülkenin bir daha karanlıklara gömülmesine karşı çıkar.