22 Ekim 2010 Cuma

‘Baban öldü’ dediler

Bir telefon çaldı. Numara tanıdıktı ve mesafeli bir sesle açtım. İlk ufak şoku karşıda beklediğim ses yerine başkası çıkınca yaşadım. Ama mesafemi koruyarak konuşmaya devam ettim. 10. saniyede babamın öldüğünü öğrendim.

Telefonu kapattığım zaman bildiğim sadece internetini kapamak için bana ihtiyaç olduğuydu. Nasıl öldü, saat kaçta öldü, ölürken acı çekti mi, gözleri açık mıydı bilmiyorum.

Son dönemde görüşmesem de, konuşmasam da babamdı. Olabildiğince soğukkanlı karşılamaya çalıştım. Nasıl olsa ben ona karşı çocukluk yıllarımdan ötürü serttim. Son kez hasta yatağında gördüğümde bile o soğukluğumu korumuştum ve öleceğini biliyordum.

Ama ne var ki o ses baban öldü dediğinde bir garip oldu hayat. Şimdi içimde anlatılmaz bir his var. Kelimelerin bazen anlatamadığı hislerden. Sanki kalbim biraz ağırlaştı. İçindeki kan dondu. Şu an aklıma sormadığım sorular geliyor...

Görüşmesek de babamdı. Ölüm haberini alalı yarım saat olmadı ve ölümün soğukluğu, öleceğini bilsen dahiseni nasıl ürpetiyorsa o şekil ellerimi soğuttu. Arkasından ağlamak istemiyorum babamın çünkü bunun olmaması gerektiğine yıllar önce karar vermiştim.

Yılların beni değiştiren hali bu haberi normal karşıladı. O yüzden şu an bu yazıyı yazdığım ara dışında haberler yazmaya devam ediyorum. Ölüm haberler, siyaset haberleri, ekonomi haberleri... Babam haber olmayacak ve ben içimdeki küçük çocuk için bu yazıyı yazıyorum.

Onun babası öldü 16 gün ve yarım saat önce ama öğrenmesi 14 gün sonra oldu. Şu an ağlıyor, babasıyla Taksim’de yaptığı gezileri hatırlıyor. Daha okula gitmezken onu nasıl mutlu ettiğini düşünüyor.

“Baban öldü” dedi telefondaki ses. Beklediğim bir haberdi ama ölümün soğukluğu şimdi ellerimi soğutuyor. Küçük bir çocuk olsam babam ya aldığı kestanelerle ya da başka bir şekilde ellerimi ısıtırdı. Şimdi o yok ve çocukluğumdan geriye son yarım saattir sadece üşüyen ellerim kaldı.

Hoşçakal baba. Ne kadar görüşmesek de seni severdim...

5 Ekim 2010 Salı

Turgut Özal ve Eşref Bitlis’in ölümü kimlere yaradı?

Son günlerde gündemi oldukça meşgul eden Turgut Özal ve Eşref Bitlis’in ölümleri ilginç tarihlere rastlıyor. Yıl 1993. O tarihte birçok üst rütbeli asker ve ülkenin Cumhurbaşkanı’nı kaybetti Türkiye. Ayrıca 1990’ın ilk yarısında Irak sınırını genişletme ve PKK’yı yok etme fırsatlarını da elinden kaçırdı. Şüpheli ölümlerin ve kimi kararların bu fırsatların kaçmasında etkisi çok büyük oldu.

1993 yılının ve öncesinin ilginç bir özelliği var. O yıllarda Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ABD Başkanı olan baba George Bush ile arası çok iyiydi. Hatta o dönemden sonra hiçbir cumhurbaşkanı ya da başbakanın arası bir ABD başkanı ile bu kadar iyi olmadı.

Rivayet edilen baba Bush’un Türkiye’nin Musul ve Kerkük’e girmesine ve topraklarına katmasına izin verdiğidir.(1) Türkiye’nin Musul ve Kerkük’e girerek topraklarını genişletmesi demek aynı zamanda PKK’nın burada bulunan kamplarını çevirmesi demektir ki bu o döneme bakınca PKK’yı bitirmek için çok büyük bir fırsattır.

1990 yılında Birinci Körfez Savaşı’nı oldukça iyi izleyen Turgut Özal’ın bu istekleri “temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kalır, Özal'ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer (11 Ekim 1990), Milli Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay (3 Aralık 1990) görevlerinden istifa ederler. Ayrıca Özal'ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet tarafından sert biçimde eleştirilir.”(2)

Son çıkan belgeler ışığında dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Özal’a bir mektup yazarak Kürt sorununa çözüm öneren bir plandan bahsediyor. “Kod Adı: Kale’ olarak tanımlanan planda öncelikli olarak terör belasının defedilmesi gerektiği belirtiliyor. İkinci aşamada ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiği vurgulanıyor ve ‘Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır’ tespitinde bulunuluyor.”(3)

Ancak aşikar olan bir gerçek de Turgut Özal’ın Eşref Bitlis ile birlikte uygulayacakları bir planda sınırı genişletebilecekleri, politik ve askeri yöntemlerle Kürt halkının sorunlarını çözebilecekleriydi.

Özal’ın Kürt sorununda devletin atması gereken adımları kavradığı, Orgeneral Bitlis’in önerisiyle Milli Güvenlik Kurulu’nun 27 Ağustos 1992 tarihli toplantısını Diyarbakır’da topluyor. Gösterilmek istenen Kürt halkının standartlarını yükseltmeden, terör sorununun halledilemeyeceği.

Baba Bush her ne kadar Türkiye’nin topraklarını genişletmesine izin de verse Eşref Bitlis’in yazdıklarından anlaşılan kimi ABD’li komutanların, bazı Türk subaylarının ve bölgedeki kimi iş adamlarının karışık durumdan yararlandığı. Bu süreçte yaşananlar da PKK’nın yok edilmesinin, Güneydoğu Anadolu bölgesinin huzura kavuşmasının çok büyük bir rantı engelleyeceği yönünde.

Loretta Napoleoni’nin “Modern Cihat” kitabında belirttiği gibi, “Susurluk kazasında ölenlerin, Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ ve Edip Bucak’ın tümünün Avrupa’ya uyuşturucu kaçırma işinin içinde olduğu anlaşıldı. Avrupa’ya giren uyuşturucunun yüzde 70 ile 80’i Türkiye üzerinden gelmektedir. İnsan Hakları İzleme Komitesi’ne göre 1990’ların sonunda Türk mafyasının yıllık uyuşturucu bütçesi yaklaşık 50 milyar dolardı, bu rakam Türk hükümetinin yıllık bütçesinden (48,4 milyar dolar) biraz daha yüksektir. Üst düzey politikacılar da bu yasadışı ticaretin içindedir. 1997’de İtalyan anti-mafya komisyonu, Türk mafyasıyla yakın bağları olduğunu düşündüğü Türk Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’in ülkeyi ziyaret etmesine itiraz etmiştir.”(4)

Uyuşturucunun ve silah kaçakçılığının devam etmesi için bölge karışık kalmalıydı ancak Özal’ın yürüttüğü politika ve Eşref Bitlis’ten aldığı destek her şeyi değiştirebilirdi. Özal’ın ordu içinde anlaşamadığı genelkurmay başkanlarının görevden ayrılması ve istediği kişileri ataması da bazı kesimleri rahatsız etmiş gibiydi.

Eşref Bitlis’in sorunun çözümü için güvendiği kurmaylar ile çalışmaya başlamıştı. Bu askerler arasında Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Bahtiyar Aydın (22 Ekim 1993’te Lice Asayiş Bölük Komutanlığı binası önünde vurularak öldürüldü), Tunceli Jandarma Komutanı Albay Kazım Çillioğlu (3 Şubat 1994’te lojmanında intihar ettiği açıklandı) ve Mardin Jandarma Alay Komutanı Rıdvan Özden’in (12 Ağustos 1995’te PKK ile girdiği çatışmada alnından vurulduğu söylendi ve otopsi yapılmadan toprağa verildi) olduğu biliniyor.

Eşref Bitlis’in ölümünün ardından dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Yaşar Büyükanıt’ın, uçağının düşmesinden sadece iki saat sonra Genelkurmay Başkanlığı adına yaptığı açıklamada olayın kaza olduğunu söyledi. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in de “uçağa sabotaj yapılması mümkün değildir” açıklamasında bulundu.(5)

Turgut Özal’ın ölüm tarihinin de ayrı bir özelliği mevcut. “16 Nisan 1993’te Abdullah Öcalan Bekaa’da düzenlenen ikinci bir basın toplantısında daha önceden ilan ettiği ateşkesin uzatıldığını resmi olarak duyurdu. “Ankara’nın Kürt kültürel haklarını hayata geçirmesi, ihlallere son vermesi, genel af çıkarması ve Kürtçe yayıncılıkla eğitimin üzerindeki bütün kısıtlamaları kaldırması konusunda çağrıda bulundu. Bu çağrı, Öcalan’ın Türk-Kürt federasyonu, hatta bağımsızlık umutlarından vazgeçmiş olduğu anlamına gelmiyor, yalnızca Özal’ın hareket serbestisinin siyasi sınırlarını gayet iyi kavradığını gösteriyordu.”(6)

Ancak ertesi gün Turgut Özal’ın öldüğü bütün haber kanallarında geçiyordu. Eşref Bitlis, Turgut Özal ve arkasından Bitlis’in kurmaylarının ölümüyle o zamana kadar daha çok askeri mücadele ile çözüleceği düşünülen ve ilk kez devlet politikaları olmadan bu sorunun çözüme kavuşamayacağı görüşü son buldu.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Kürt sorununu sadece askeri mücadele ile çözülecek gibi ele almaya devam ettiler.

İlginçtir o tarihte iki şüpheli ölüm olmasa PKK sorunu daha önceden çözülebilirdi. Ancak bu çözülme kimilerinin pek de işine gelmiyor gibiydi. Son olarak ilginç bir not da Osman Pamukoğlu’ndan, 5 Nisan 1995’te PKK’yı bitirmek için o zaman en güçlü olduğu İran topraklarındaki Jerma-Betkar Kampı’na baskın yapılması kararı alınıyor. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in emriyle acilen toplanan MGK bu operasyonu iptal ediyor ve o gün kampta olan 358 PKK’lı İran’dan ayrılıyor. Ardından, 4 gün sonra Ortaklar Karakolu basılıyor ve 15 asker öldürülüyordu.(7)

Bölgede şiddetin kol gezmesini isteyen güçler sorunu çözebilecek her türlü öneriyi engelliyordu. Bu ister politik ister askeri olsun birileri PKK ve askerin çarpışmasının bitmesinin kendi çıkarlarına ters düşeceği için önüne geçiyordu.

Sonuç olarak iki ölüm ve çevresinde yer alan ölümler çok açık olmasa da bölgede çıkarları olan ve birbirleriyle işbirliği yapan bir grubu rahatsız etmişe benziyor. Watergate Skandalı’nın çözülmesindeki gibi parayı takip ettiğimiz zaman, özellikle de uyuşturucu ve silah parasını, bize kimi failleri ele veriyor.

1- http://tr.wikipedia.org/wiki/Turgut_%C3%96zal ayrıca http://www.voanews.com/turkish/news/a-17-a-2003-01-18-10-1-87926352.html
2- http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:JSee93aEuXcJ:tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6rfez_Sava%C5%9F%C4%B1+%C3%96zal+necip+torumtay+sava%C5%9Facak+general&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
3- http://www.ntvmsnbc.com/id/25137395/
4- Loretta Napoleoni, Modern Cihat, s:240, Bulut Yayınları, 2003
5- http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan/esref-bitlis-cinayeti-ndeki-askeri-savcilar-299458.htm
6- Aliza Marcus, Kan ve İnanç – PKK ve Kürt Hareketi, s:286, İletişim Yayınları, 2009
7- Serdar Akinan, Kan Uykusu – Hakkari 1993-1995, s:90-97, Karakutu Yayınları, 2007