3 Mart 2014 Pazartesi

Farklı bir 14 Şubat hikayesi

Bugün çok güzel olmalıyım. Beni gördüğü zaman bakışları kitlenmeli. Bir çocuğun ilk defa yılbaşı ağacını gördüğü gibi bakmalı bana. Canım sevgilim benim.

Saçlarımı sevdiği gibi küt kestirdim. Şok olacak kesin. Her ne kadar saçlarıma çok düşkün olsam da bugün onun için kestirdim.

Ahh ah babamdan sonra saçlarımı yıkayan ikinci erkekti o. Zaten ondan sonra da kimsenin saçlarımı yıkamasına izin vermedim. Pek çok ilkimi yaşadım ben onla. Beni nasıl da üzdü zamanında. Çok da bedduamı aldı. Ama o benim tek aşkım, hep de öyle kalacak...

İlk görüşmemizi hala hatırlıyorum. Yanaklarıma ateş basıyor düşündükçe. En iyi biraz allık süreyim bu arada. Beni kahve içmeye çağırmıştı. Daha genç bir kızdım. Kahve içerken ellerimin titremesini önlemek için ne de uğraşmıştım. O ise bana bakıp gülümsüyordu. Ne tatlı gülümser benim sevgilim.

O kahveden sonra içimde hiç dinmeyen bir ateş oldu. Ne zaman elimi tutsa hemen bir sıcaklık yayılırdı vücuduma. Şu an bile onu düşünürken hafiften bir ateş basıyor.

Yıllar önce bana aldığı ama beni sinirlendirdiği için çöpe attığım gömleğin aynısını buldum. Bugün onu giyeceğim. Onun bana aldığı hediyeler içinde kıyamadıklarım bir tek kitaplar. Zaten ikinci buluşmamızda önüme 10 ciltlik seriyi koymuş ve “Beni anlamak istiyorsan bu kitapları” okumalısın demişti.
Ben de salaktım o zaman. Onun ilişkinin merkezi olmasını o kitapları alarak kabul etmiştim. Sessiz bir anlaşmaydı ama ben o kadar âşıktım ki hiç düşünmemiştim ne yaptığımı.

Olsun ne kadar kızdırmış olsa da, ne kadar acılar çektirmiş olsa da benim tek aşkım. Kızsam da bir ben kızarım. Üstelik yıllar sonra yeniden birbirimizi bulduk. Bu günü kimsenin mahvetmesine izin vermeyeceğim. Ayrıca onu tanıyan herkes kimseyi beni sevdiği kadar sevmediği konusunda hemfikir.
Şimdi sıra etekte. Her zaman etekli kadınlara gözü kayardı. Ancak o gözü kaydığı anlarda bile elimi sıkıca tutardı. Onunki güzelliğe karşı bir tutkuydu. Bir resme ya da heykele bakarken de aynı şekilde bakardı.

Bu eteği de bulmak zor oldu. Beni iş yerimin çıkışında elinde çiçeklerle beklerken giydiğim etek. Esasında beni beklediğini bilmiyordum. Ondan kurtulmak için başka bir yerde çalışmaya başlamıştım. Aradan aylar geçmişti. Ne bir telefonunu açmış ne de nerede olduğumu söylemiştim. Ancak o çalıştığım bankanın bütün şubelerinin önünde her akşam bir çiçekle beklemiş ve beni sonunda bulmuştu.
Sonrasında bana ilk sözü ise “Eteğin ne kadar güzel” olmuştu. Ben ise yaşadığım şaşkınlıktan bir tek bir cevap verememiştim. Elinde benim sevdiğim ama onun nasıl bildiğini asla anlamadığım sarı Alman papatyaları vardı.

O kadar birbirimize âşıktık ki aşkın vahşi yanı ikimizi de ele geçiriyor ve giderek hoyratlaşıyorduk. Sonunda giden de o oldu. Tek bir kelime bıraktı arkasında “Belki”…
Kendimi toparlamam uzun zaman aldı haliyle. Nereye gitsem karşıma çıkacak diye bekliyordum. Oysa uzun yıllar hiç çıkmadı. Sonra işte onu geçen gün gördüm. Bugün buluşacağız. Şansa 14 Şubat, Sevgililer Günü. Bizim günümüz olacak bugün.

O çok sevdiği kırmızı ruju da sürdüm mü tamamdır…
                                                                                 ***
Hava nedense 14 Şubat’ta hep kapalıdır. Hani bazen yazdan kalma günler yaşanır ama bu nedense 14 Şubat’a denk gelmez. Bugün yine 14 Şubat ve hava kapalı. Yakında yağmur da başlar. Bizim işte de bugün bereketlidir. Sonuçta para kazandığım ender günlerden biri. Ancak bu kadın hem herkesten önce geldi hem de oldukça güzel giyinmiş. Demek yeni kaybetti sevdiğini. Kesinlikle yeni kaybetmiş beni çağırmadan gidiyor. Bakalım kimmiş geldiği adam.

Mezar taşı o ünlü yönetmene aitti. Bir kağıda kırmızı rujun izleri çıkmış ve üstünde “Belki” yazmıştı.

10 Ocak 2014 Cuma

İnsan celladından kaçamaz

Italo Calvino kimsenin tertemiz bir sayfayla hayata yeniden başlayamayacağını savunur. Ona göre bir insan ne kadar yeni bir hayata başlayacağını söylese de eskiden yaşadığı ve yaptıkları bir şekilde hep onunla olacaktır. Yani defterin önceki sayfalarını yok saymaya imkan yoktur.
Seninle şu an aramızda her açıdan mesafeler var. Yine de senin gibi ben de biliyorum ki bu mesafeleri yok etmek çok basit.

Basit ama her basit şey gibi çok zor. Senden ne kadar kaçsam, başka yerlere gitsem de temiz bir sayfa açamıyorum. İnsan sanırım bedenini başka diyarlara taşısa da, başka zaman dilimlerinde, başka dünyalarda yaşasa da ruhu birine demir attıysa gidilen mesafelerin bir anlamı olmuyor.
Bilmezsin ama bazen geceleri yataktan soluk soluğa kalkıyorum. Seni ne zaman rüyamda görsem kalbim inanılmaz bir hızla çarpıyor ve deli gibi çırpınırken uyanıyorum. Uyandıktan sonra bardaklar dolusu su içiyorum ama nafile sana olan susuzluğum geçmiyor.

Şimdi sen uzaklarda uyuyorsun, belki yanında sevdiğin biri var. Yatakta benim olmam gereken tarafta o yatıyor. Kimi zaman içimi çok acıtsa da düşünüyorum acaba ona da bana sarıldığın gibi sarılıyor musun diye.
İşte aşkım senden ne kadar uzaklaşsam da seni kafamdan atmayı bir türlü başaramadım.

Geçenlerde küçük bir çocuk gördüm. Elinde bir fotoğraf makinesi etrafı resmetmeye çalışıyordu. Aklıma sen geldin. Fotoğraf çekerken nasıl kendinden geçtiğin, kameranın o narin ellerinde nasıl durduğu, iyi bir kareyi yakalamak için nasıl uğraştığın.
Senin fotoğrafların benim siyah beyaz hayatımı renklendirirdi. Hala yanımda taşıyorum bazı fotoğraflarını. Gri bir kente gittiğim zaman mutlu olmak için o fotoğraflara bakıyorum. Kısacası yeni şehirlerde, yeni zamanlarda da olsam senden kopamıyorum.

Kadınım benim, beni kızdıran, kıskandıran, sevindiren ve öldüren. Her erkek gibi celladımın bir kadın olacağını biliyordum ama seni ilk gördüğüm zaman bu aklıma hiç gelmemişti. Şimdi biliyorum ki celladım sensin. Senden ne kadar uzağa gitsem de kaçamayacağımı biliyorum.
Seninle sarılıp uyumayı, kahvaltı yapmayı, gezmeyi, bilmediğin konuları açıklamayı, müzik dinlemeyi, film izlemeyi, kavga etmeyi özledim.

Şu an elimde bir kağıt peçete var, sadece anlamını senin bildiğin. Hani o Beşiktaş’taki çay bahçesindeki...
Temiz bir sayfa açılamıyor hayata ama bazen insan dönemiyor da gittiği coğrafyalardan. Kim bilir belki sen de yollardasındır şimdi ve kesişir hayatlarımız yeniden. Umut bu ya, olmaz denen olur.

Fotoğrafların, anıların ve kağıt peçete... Kısaca biz hala birlikte ve yollardayız.

2 Ocak 2014 Perşembe

Eşime mektuplar - 2

Biliyorum az kaldı, yakında geleceksin ve ben sana sımsıkı sarılacağım. Az kaldı ama işte yaklaştıkça vakit hiç gelmeyecekmiş gibi gelir ya insana bana da öyle geliyor bazen.

Buralar çok soğudu. Ayazda yürümek üşütüyor insanı. Ama benim üşümem ayazdan değil. Bilirsin soğuk havalarda yürümekten hiç gocunmam. Ne var ki sensizlik çok fazla işliyor içime. Ne kadar sıcağa gidersem gideyim yine de üşüyorum.

Hatırlar mısın o soğukların sert geçtiği şehirde, kimi zaman dondurucu soğukta bile nasıl eğlenirdik. Karlar içinde yuvarlanırdık, sonrada birbirimize sıkıca sokulup yürüdük.

Yine de soğuk değince aklıma gelen ilk anılardan biri okul tatile girmeden seninle üniversitenin sinemasında gittiğimiz film. Hani David Lynch'in Kayıp Otoban'ını izlemiştik. Dönemin son günüydü. Gece birbirimize sarılıp eve dönmüştük. Sonrada kendi şehirlerimize yollanmıştık. İşte o vakitler ben o son sarılışla ısınmıştım.

Şimdi yeniden ısınmam için yanıma gelmen gerek. Geleceğini de biliyorum fakat bu sefer diğerlerinden farklı olacak. Farklı olacak çünkü artık yanımdan ayrılmayacaksın. Her uzattığımda elim elini bulacak. Gece uykudan uyandığımda sana bakıp gülümseyebileceğim. Her sabah uyandığımda elimi tutan elin olacak.

Biliyorum az kaldı, yakında geleceksin ve ben sana sımsıkı sarılacağım...