Eskiden mahalleler vardı ve o mahalleler şimdikilerden oldukça farklıydı. Komşuların hepsi birbirini tanır, mahallenin çocukları sürekli birlikte oynar, küçükler büyüklerine saygı gösterir ve birinin başı sıkıştığı zaman tüm mahalle yardıma koşardı. Yani şimdiki mahallelerden hakkaten farklıydı.
Akşamları mahallenin delikanlıları bakkalın önünde kasaların üstüne oturur, muhabbet ederlerdi. Bir büyükleri geçtiği zaman da ayağa kalkar ve selam vererek, hal ve hatırlarını sorarlardı. Büyükleri bir şey dediği zaman da can kulağıyla dinlerlerdi zira büyüklerin sözü muteberdi.
Artık o mahalleler yok. O saygı ve sevgi de çok zor bulunuyor. Sözüne güvenilecek adamların, büyüklerin sayısı ise giderek azaldı. Ne var ki bu azalma sadece mahallelerde değil toplumun her kesiminde böyle. Sanki mahalleler yok oldukça, güvenilir kişiler de yok olmakta...
Şimdilerde hangi mevkide bulunduğuna bakmaksızın insanlar akıllarındaki şüpheleri, kanıtlayamasalar da sanki gerçekmiş gibi söyleyebiliyorlar. "Benim düşüncem" ya da "kişisel kanaatim" lafını kullanmaya bile gerek görmüyorlar.
Son olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, darbeye ait planları Taraf gazetesine (kendi sözleriyle malum gazeteye) polisin sızdırdığını söyledi. Bu iddiasını destekleyecek bir kanıt bile sunmaya gerek de duymadı. Ne de olsa o koskoca ordunun komutanı. Her sözünün gerçek olması gerekir gibi bir durum mevcut.
Ne var ki halefi Yaşar Büyükanıt da kimi açıklamalar yapmış ancak kanıtlayamamıştı. Başbuğ da Büyükanıt gibi sert mesajlar vermiş ancak kağıt parçası dediği belgeye uzmanlar gerçek belge, boru dediğine ise lav silahı demişlerdi. Yani Başbuğ ne zaman kesin bir dille, kanıt sunmadan düşüncelerini söylese yanıldı.
Başbuğ’un konumunda, konumunu geçtim yaşındaki biri için çok zor bir durum olmalı. Onca güce sahip olduğun halde söylediklerinin doğru çıkamaması. Ayrıca sana emanet edilen çocukların hayatlarını gerektiği gibi koruyamamak çünkü gerçek bir komutan kendisine emanet edilen her askerden sorumludur ve komutanlarının döşediği mayınlar yüzünden o çocuklar ölürse komutanlara gereken cezayı vermekten çekinmez, çekinmemelidir.
Başrolünde Robert Redford’un oynadığı Son Kale (The Last Castle) filminde ABD ordusunun en kudretli komutanlarından biri emrindeki askerleri verdiği yanlış bir karar sonucu öldürdüğü için hapse giriyordu. Acaba Türkiye’de böyle bir durum olsa, kaç komutan buna benzer bir ceza alır?
Mustafa Kemal’in o herkesçe bilinen Kocatepe’deki fotoğrafı geliyor bazen aklıma. Büyük Taarruz öncesi ordusunun nasıl bir taktik izleyeceğine son kez bakarken ve düşünürken. Şimdi acaba kaç Genelkurmay başkanı Güneydoğu’da dağa çıkıp askerlerin izleyeceği harekatı öyle düşündü? Kaçı en yüksek rütbedeyken siperde askerleriyle yatıp çatıştı? Ve kaçı o çatışmaların ardından bu sorunun silahla çözülemeyeceğini anladı?