Bir telefon çaldı. Numara tanıdıktı ve mesafeli bir sesle açtım. İlk ufak şoku karşıda beklediğim ses yerine başkası çıkınca yaşadım. Ama mesafemi koruyarak konuşmaya devam ettim. 10. saniyede babamın öldüğünü öğrendim.
Telefonu kapattığım zaman bildiğim sadece internetini kapamak için bana ihtiyaç olduğuydu. Nasıl öldü, saat kaçta öldü, ölürken acı çekti mi, gözleri açık mıydı bilmiyorum.
Son dönemde görüşmesem de, konuşmasam da babamdı. Olabildiğince soğukkanlı karşılamaya çalıştım. Nasıl olsa ben ona karşı çocukluk yıllarımdan ötürü serttim. Son kez hasta yatağında gördüğümde bile o soğukluğumu korumuştum ve öleceğini biliyordum.
Ama ne var ki o ses baban öldü dediğinde bir garip oldu hayat. Şimdi içimde anlatılmaz bir his var. Kelimelerin bazen anlatamadığı hislerden. Sanki kalbim biraz ağırlaştı. İçindeki kan dondu. Şu an aklıma sormadığım sorular geliyor...
Görüşmesek de babamdı. Ölüm haberini alalı yarım saat olmadı ve ölümün soğukluğu, öleceğini bilsen dahiseni nasıl ürpetiyorsa o şekil ellerimi soğuttu. Arkasından ağlamak istemiyorum babamın çünkü bunun olmaması gerektiğine yıllar önce karar vermiştim.
Yılların beni değiştiren hali bu haberi normal karşıladı. O yüzden şu an bu yazıyı yazdığım ara dışında haberler yazmaya devam ediyorum. Ölüm haberler, siyaset haberleri, ekonomi haberleri... Babam haber olmayacak ve ben içimdeki küçük çocuk için bu yazıyı yazıyorum.
Onun babası öldü 16 gün ve yarım saat önce ama öğrenmesi 14 gün sonra oldu. Şu an ağlıyor, babasıyla Taksim’de yaptığı gezileri hatırlıyor. Daha okula gitmezken onu nasıl mutlu ettiğini düşünüyor.
“Baban öldü” dedi telefondaki ses. Beklediğim bir haberdi ama ölümün soğukluğu şimdi ellerimi soğutuyor. Küçük bir çocuk olsam babam ya aldığı kestanelerle ya da başka bir şekilde ellerimi ısıtırdı. Şimdi o yok ve çocukluğumdan geriye son yarım saattir sadece üşüyen ellerim kaldı.
Hoşçakal baba. Ne kadar görüşmesek de seni severdim...