11 Kasım 2016 Cuma

Donald Trump’a başkanlığı getiren strateji

ABD başkanlık yarışında Donald Trump’ın rakibi Hillary Clinton’ı geçmesi neredeyse dünyanın tamamını şoka uğrattı. Kimse kadınları aşağılayan konuşmalar yapan, Başkan seçilirse yasa dışı göçmenleri ülkeden göndereceğini söyleyen, Müslümanların ülkeye alınmayacağını açıklayan, Meksika ile Amerika arasına duvar örmeyi öneren Trump’ın seçileceğini düşünmüyordu.

Peki, Donald Trump nasıl başkan seçildi? Bu durumun sosyolojik değil ama politik açıklaması biraz da Cumhuriyetçi Parti başkan adayının belirlenmesinde yatıyor.

Cumhuriyetçi başkan aday adayları ilk ön seçim için Iowa’ya gittikleri zaman Ted Cruz çoğu kişinin eleştirdiği bir politika izledi. Iowa’daki bütün oy kullanılacak merkezleri ziyaret etme sözü verip, bu sözü tuttu. Ön seçime üç gün kala bütün rakipleri nüfusun yoğun olduğu yerlerde kampanya yaparken Cruz nüfusun kimi zaman 30 kimi zaman da 400 olduğu kasabaları gezdi.

Sonuçta merkezden aldığı oyların üzerine bu küçük bölgelerdeki oylarda eklenince Cruz ilk ön seçimi kazanmış oldu.

Bu seçimde de Trump’ın özellikle Doğu bölgesinde nasıl kazandığına bakınca bu strateji açık bir şekilde görülüyor. Trump belki Cruz gibi her küçük bölgeyi gezmedi ancak oralardan istediğini aldı.

Dediğimi daha açık anlatmak için iki örnek vereceğim. İlki Florida. Swing state olarak adlandırılan ve kimi zaman Cumhuriyetçi Parti’ye kimi zaman ise Demokrat Parti’ye oyların gittiği eyaletin nüfusunun kalabalık olduğu kesimlerde Hillary Clinton oyların büyük bir bölümünü aldı. Ne var ki nüfusun daha az olduğu noktalarda Donald Trump oyların yüzde 80 ila 95 arasında değişen bir bölümünü aldığı için Florida’nın galibi oldu.

Eyaletin en kalabalık yerlerinden biri olan ve 1,8 milyon kişinin yaşadığı Broward County’de Clinton istediği oyu alsa da Florida’da kaybetti.

İkinci örnek ise cumhuriyetçiliği ile bilinen Teksas. Teksas’ı kimin kazandığı açıklanmadan az bir süre öncesine kadar Clinton öndeydi ve bu oldukça ilginç bir durumdu. Kırmızı kale olarak bilinen ve her zaman Cumhuriyetçi olan Teksas’ta Clinton’ın kazanması büyük bir olay olurdu. Clinton’a bu kadar çok oy sağlayan ise eyaletin nüfusunun en kalabalık bölgelerinden San Antonio’dan kendisine gelen oylardı. Tabii eyaletin kalanı genelde koyu Cumhuriyetçi olduğu için Clinton kaybetti.

Bu iki eyalet esasında Trump’ın stratejisini iyi açıklıyor. Oy alabileceğin yerler az da olsa tüm oyları al, o küçük oylar birikip çoğunluğu oluşturur.

Bu nüfusun az olduğu yerlerde yaşayanların genellikle eğitim düzeyi düşük beyaz Amerikalılar olduğu belli oldu. Ancak hepsi de bu tanıma uymuyor.

Amerika’da tanıştığım bir araba tamircisi dostumun birkaç yıl önce anlattığı bir olay ve kısa bir araştırma bunu bana gösterdi. “Eskiden müşteri geldiği zaman arabasını birkaç gün için bırakır ve giderdi. Şimdi gelen ise tek bir noktaya baktırıyor, diğer sorunları söylesek de boş ver diyor” diyerek dert yanmış ve o eski müşterilerin ülkenin iç kesimlerine taşındığını anlatıştı dostum.

Gerçekten de bundan 30 yıl önce ABD’nin orta ve üst sınıfını oluşturan Amerikalıların büyük bir bölümü nüfusun az olduğu iç kesimlerde. Nüfusun yoğun olduğu yerleri göçmenlere ve azınlıklara bırakmışlar gibi. Bu azınlıklar ki Barack Obama’ya 2008 ve 2012’de başkanlığı kazandıran kişilerdi.
Fakat, sekiz sene sonra azınlıklara yenilen beyaz Amerikalılar geri döndü ve Beyaz Saray’ın yeni patronunu belirledi. Bu grubun içinde olan komşum bana yasadışı göçmenleri ülkeden göndereceği için Trump’a oy vereceğini açıklamıştı.

Üç kuşaktır inşaat işiyle uğraşan İtalyan komşum, tıpkı araba tamircisi dostum gibi eskileri anlatarak durumu özetlemişti. 20 yıl önce kazandığı para ile ailesine çok iyi bakarken bugünlerde iş bulmakta zorlanıyordu. İş için saatlik adam başı 7 dolar istediğini ancak göçmenlerin 3 dolar fiyat vererek müşterilerini çaldığından şikayetçiydi.

“Ben” demişti, “İşçilerimin sigortasını, işimin vergisini ödemek zorundayım. Kazaya karşı önemler almam lazım. Ve yanımda çalışanlar işi iyi bilen kişiler olmalı. Ancak göçmenler ne vergi veriyor ne de işçileri sigortalı. İşi de bilmiyorlar. Zaten onların batırdığı işleri düzeltmek için çağrılıyoruz genelde” diyerek derdini anlatmıştı.

Tabii sadece beyaz Amerikalılar değil, artık değişim isteyen, Washington’daki ayrıcalıklı sınıfla ilişkisi olmayan ve sistemi değiştireceğine inanılan Trump başka bir grubun da umudu oldu.

New Hamphire’daki Trump mitingine katılan kimi Amerikalılar Clinton’ın sistemin bir üyesi olduğu için ona oy vermeyeceklerini ve bu yüzden Trump’ı dinlemeye geldiklerini söylemişti. Miting çıkışında ise Trump’ta da aradıklarını bulamadıklarını açıklayıp Libeteryen Parti’nin adayı Gary  Johnson’a oy vereceklerini belirtmişlerdi.

Gerçekten de Johnson Clinton’ın kıl payı kaybettiği çoğu eyaletti yüzde üç ila dört arası oy alarak seçimin kaderini bir anlamda değiştirdi. Tıpkı 2002 yılında Genç Parti’nin merkez sağdan aldığı oylarla AKP’ye hükümetin anahtarını sunması gibi. Bunlarla birlikte oy kullanmayan yüzde 40’ın üzerindeki seçmen de ayrıca Trump’a yarar sağladı.

Amerikalılar özellikle son iki hafta seçimin bir an önce bitmesini istiyordu. Çoğu kişi kötünün iyisini seçmek durumundayız diye dert yanıyordu. Ve kendilerine göre kötünün iyisini seçtiler.

Trump da bu noktada oldukça iyi bir strateji izleyerek küçük bölgelerde oyların çok büyük bir bölümünü alarak yarışı kazanmayı bildi.

Dört yıl sonra yine bu strateji işler mi? Pek sanmıyorum. Sonuçta Trump’ın keskin dilinden dolayı çok alınan ve şu an ülkenin çeşitli kesimlerinde protestolar yapan kişiler ona karşı daha iyi organize olur. Ancak halkın istediği değişimi Demokrat Parti yeteri kadar duymazsa işte yine bir Trump mucizesi karşımıza çıkar.

Amerika bundan 30 yıl önceki Amerika değil. Başkan adayının ten rengi, dini, hangi örgüte üye olduğu çok önem taşımıyor. Değişimden yana ise ve elit kesimin yararlandığı sistemi yıkacağını açıklıyorsa o adayın tıpkı Obama veya Trump gibi kazanma ihtimali büyük. Yeter ki kendi tabanına mesajı istediği gibi ulaştırabilsin.