Şampanyanın getirildiği soğuk kovanın içindeki buzlara ayağını soktuğu zaman birden rahatladı. Saatlerdir ayakları üstünde durduktan sonra bu buzlu kovalara ayaklarını sokmayı iple çekiyordu. Hayatının en rahat anlarından birindeydi, kapıda ise biriken hayranları onu bir saniye görebilmek için birbirlerini adeta çiğniyorlardı.
Şu an bir gösteriyi daha bitirmiş ve kendine gelmeye çabalıyordu. Küçük bir çocukken, topraklı yollarda düşe kalka oynarken buralara geleceğini hiç hayal etmemişti. O sadece oyun oynamak istemiş ve kaderin garip bir cilvesi onu şu an bulunduğu yere getirmişti.
Dün gibi hatırlıyordu okulda voleybol derslerine katılmıştı. Öğretmenleri onun yükseğe sıçramadaki yeteneğini görünce, ki bunu görmemek neredeyse imkansızdı, hemen takıma almışlardı onu.
Okulda artık daha farklı biriydi. Üstünde sürekli takımın montuyla dolaşır, derslerle fazla ilgilenmezdi. Sonuçta müzede sergilenen madalyalar ve kupalar onun sayesinde artmaya başlamıştı. Voleybol oynamayı seviyordu. Topa vurmak, zıplamak, yuvarlanmak kendisini hala o topraklı yoldaki çocuk gibi hissetmesini sağlıyordu.
Sonra bir gün anne ve babası onu alıp devlet sahnesine götürdüler. Zaten ülkede her yer devlete aitti. Yoldaşlar için neyin en iyi olacağına karar veren parti binaları ve işleri isteğine göre bölüyordu.
Sahnede çok ünlü bir baletin olacağını biliyordu ama o kadar. Başka bir şey bilmiyordu. Zaten ihtiyacı da yoktu. O bütün bu sisteme karşı kafa tuttuğunu sanıyor, Don Kişotvari bir övünmeye giriyordu. Voleybol oynamak istiyordu ve oynuyordu. Parti ona ne yapacağını söylememişti. O partinin üyesi olan öğretmenlerine o oynamak istediğini söylüyordu.
Yakın bir zamanda bütün bu koltuklarda oturanlar beni tanıyacaklar diye düşündü. Ülkenin kendisini konuşacağını, her istediğine sahip olacağını düşünmek hoşuna gidiyordu.
Zil sesleriyle birlikte daldığı hayal dünyasından sıyrıldı. Biraz sonra olacakların hayatını nasıl değiştireceğinden habersiz sahnedeki oyunu izlemeye başladı.
Sadece ülkenin değil tüm dünyanın hayranı olduğu o balet sahnede görününce kalabalıkta hissedilen bir kıpırdanma oldu. Kadınlar içlerinden hafifçe ama anlaşılır bir nefes alırken, erkekler biraz da kıskanç bir şekilde ama yine de takdir ederek balete bakıyorlardı.
Kadınların ve erkeklerin bu ilgisi birden garibine gitti. Sonuçta onun maçlarını izleyenler hiç böyle sesler çıkarmamıştı. Sadece onun değil, hayranı olduğu sporcuların maçlarını izlerken de böyle bir ses olmuyordu.
Sonra herkesin beklediği an geldi. Ünlü balet kimilerinin üç metre dediği o ünlü zıplayışını gerçekleştirdi. Bu inanılacak gibi değildi. Gerçekten birden zıplamış ve yerden metrelerce yükselmişti.
Birden ben de böyle zıplayabilirim diye geçirdi. Ne vardı ki sonuçta o da her gün file önünde bu tür zıplayışlar yapıyordu. Sadece biraz daha zıplaması gerekti. Ancak balet durduğu yerde kollarının hafif aralayıp kendi ekseni etrafında tek ayak üstünde durmadan 15 kere dönünce nefesinin kesileceğini hissetti. Bütün bunlar rüya gibiydi.
O kadar sarsılmıştı ki eve gidince üstünü çıkarmadan yatağa girdi. Her yanı titriyordu. Gördüğü adam insan olamazdı. Yaptıkları hayret uyandıracak cinstendi. Bütün gece baleti düşünerek uykuya daldı. Sabah annesi okula gitmesi için kaldırdığında onda bir gariplik olduğunu fark etti. Çocuğun bütün yüzü bembeyazdı neredeyse. Nesi olduğunu, hasta olup olmadığını sorsa da bir cevap alamadı.
Okula gidince üstündeki montu çıkardı. Son saatte antrenmana gittiğinde bütün takım hazırlanırken o üstünü değişmedi. Arkadaşları bunun nedenini anlamaya çalışsalar da başaramadılar.
Öğretmeni gelince ona kısacık bir açıklama yaptı, “Takımı bırakıyorum.” Ne olmuştu? Öğretmeni bunu anlamak için uğraşsa da bir sonuç alamadı. Ona tüm okul büyük bir sporcu olacağını, hayatının çok farklı olacağını söyledi ama o dinlemedi.
Sonra okuldan çıkınca evi yerine sanat sarayı denilen akademiye gitti. Ünlü baleti görmek için bir hafta uğraşması gerekti ama o yılmadı. Sonuna kadar direndi. Sonunda balet bu ufak hayranını görünce beklemediği bir sahneyle karşılaştı. Günlerdir Kapısını aşındıran çocuk birden yaşından beklenmeyecek bir şekilde atlamıştı.
Ünlü balet çocuğun ne demek istediğini anladı. Onu yanına alarak kimi zaman sert kimi zaman da yumuşak bir öğretmen gibi eğitmeye, yapması gerekenleri göstermeye başladı. Çocuk çok yetenekliydi. Sonunda sahneye çıkmasına karar verildi. Artık sahneler onun sayesinde yaşıyordu. İzleyiciler ünlü balet gibi onun dansını izlerken huşu içinde kendilerinden geçiyorlardı.
Şimdi bir gösteri daha bitmişti. Buz kovasının içinde ayaklarını dinlendiriyordu. Kimseyle konuşmak istemediği söylemiş, odasındaki özel ekranda tek başına bir voleybol maçının başlamasını bekliyordu.
******
Soyunma odasında heyecan giderek yükseliyordu. Birazdan maç başlayacak ve iki takım kozlarını paylaşacaktı. Antrenör son taktikleri verirken oyuncular tamamen oyuna konsantre olmuştu. Fakat takımın kaptanı için durum farklıydı. O bu anlar için yaşıyordu. Kendisini sadece maça çıktığında yaşıyor hissediyor ve maçların bitmesiyle, bir sineği kanatlarının durması gibi tekrardan yaşamının durduğunu düşünüyordu.
Yıllar önce şimdi maçın yapılacağı salondan çok uzaktaki okulunda okurken onun bir balet olmasını istemişlerdi. Okulda çeşitli gösterilere çıkmış, büyük beğeni toplamıştı. Hatta o kadar beğenilmişti ki, zamanın ünlü baleti gelip bir gösterisini izlemiş, sonrada ona imzasını verip devam etmesini söylemişti.
O da tüm hayatını sahnelerde geçireceğine inanırken bir gün gittiği voleybol maçı hayatını değiştirmişti. Orada gördüğü enerji, takım oyunu, her an her şeyin değişebilecek olması içinde bir kıpırtı yaratmıştı.
O gece maçı düşünerek yatmış ve uyandığı zaman artık bir voleybolcu olmaya karar vermişti. Okuldakilere bu kararını açıkladığı zaman ilk başta büyük tepkiler almıştı. ‘Nasıl olurda bilmediği bir yöne giderdi, tüm hayatını mahvedecekti, spora başlamak için yaşı geçti..” Fakat o bunların hiçbirini dinlemedi ve bildiği yolda ilerledi. Bir süre sonra da haklı olduğunu herkese gösterdi. Ayrıca o kadar yükseğe sıçrıyordu ki yaptığı blokları ve vuruşları karşılayabilecek oyuncu yok gibiydi. Çin ile oynadıkları bir maçın ardından Çinli gazeteler ona ‘Uçan Kurbağa’ lakabını takmışlardı zira o maçta aynı bir kurbağa gibi iki bacağını hafifçe açıp eğilmiş ve sonrasında öyle bir sıçramıştı ki hakem setin bitiminde elini sıkmıştı.
Şimdi takımının başında maça çıkarken içinde ufak bir sızı vardı sadece. O da çok beğendiği zamanın yeni ünlü baletinin gösterisini kaçırmış olmasıydı. Ne var ki öncelik her zaman oyunun ve takımındı.