Bu toprakların bir laneti var o da büyüklerin yaptığı hataları çocukların çekmesi. 3 yıl kadar önce minik bir kızın belediyenin açtırdığı ve üstünü iyi kapatmadığı bir çukura düşüp ölmesinin ardından “Türk olmaktan utanıyorum” demiştim. Ama esasında çocukların ölümüne engel olamayan bir ülkede yaşayarak insan olmaktan utanıyorum.
Son iki günde iki ayrı çocuğun daha ölüm haberi vardı gazetelerde. Birincisi Uşak’ta yatılı okuduğu okulun arka bahçesindeki foseptik çukuruna düşüp ölen Umut Balık.
Diğeri Van’da askerlerin sırtından vurduğu 14 yaşındaki Mehmet Nuri Tançoban. Mehmet Nuri mazot kaçakçılığı için sınır geçmek üzere arkadaşlarıyla yola koyulduktan bir süre sonra askerleri görünce geri dönmüş ama askerler onu sırtından vurmuştu.
Umut’un ölümü biraz daha fazla medyada yer aldı. Zavallı Mehmet Nuri’nin dramı ise sadece Taraf gazetesinde yer buldu kendisine. Medyanın neden iki çocuğu birbirinden ayrı tuttuğunu anlatmaya gerek bile yok. Onlar çocuk da olsalar savaşan bir ülkenin tarafları olarak görünüyorlar, kendileri bilmese de...
İki çocuğun ölümü ve taş attıkları iddiasıyla yıllarca hapse mahkum olan çocuklar. Artık gazetelerin, televizyonların sıradan haberleri haline geldiler. Onların ölümlerine tam olarak üzülmüyoruz bile.
Taş atan çocukların yıllarca hapse mahkum olmalarına sesimiz pek çıkmıyor ama komutanlar, gazeteciler ya da akademisyenler hapse girince birden herkesin sesi sonuna kadar çıkıyor. Kimisi sevinçten, kimisi de sinirden bu tutuklama kararlarına laf ediyorlar.
Savcılar çocukların ölümleriyle pek ilgilenmiyorlar ama komutanların, gaztecilerin, akademisyenlerin hapse girip girmemesi için birbirleriyle bir yarış içindeler. İki farklı gruba bölünmüş gibiler. Herkes kendisinin haklı olduğunu düşünüyor.
Esasında ikisi de haksız. Onların hukuk anlayışları çocukların ölmesine, hapse girmesine engel olmuyor. Yapmak ülkeyi daha iyi bir hale getirmek, daha yaşanır bir duruma sokmak olsa önce çocukları hapse atmaktan vazgeçer, ölümlerine neden olanları cezalandırırlar. Gel gör ki bu bahtsız ülkenin çocukları için sesini çıkaranlar çok az.
Şu an iki gruba ayrılmış gibi gözüken hukuk dünyasındakilerin hepsinin hukukun tanımını yapmasını isterdim. Kaç tanesi acaba gerçekten yazabilirdi merak ediyorum. Sonra bir de hukukun üstünlüğünden daha önemli bir şey olup olmadığını gerçketen cevaplamalarını isterdim.
Acaba hukuk vatandan önce mi gelir derlerdi yoksa önce vatan sonra hukuk mu?
Çocuklar ölürken hukukçular hala birbirleriyle tartışılıyor. Tahliye veren hakimlerin kararını eleştirenlerde var, destekleyenlerde. Acaba içlerinde kaçı hukuk sistemimizin nasıl yapıldığını biliyor?
Bilmeyenler için Lozan’dan sonra hemen medeni hukuku İsviçre’den, ceza yasasını İtalya’dan, ticaret hukukunu Almaya’dan almışızdır. Tabii o zaman dil bilen fazla olmadığından ve hukuk metinlerinin çevrilmesinin de çok özen istemesinden genelde yalap şap, pek anlaşılmayan bir hukukumuz olmuştur.
Şimdi o hukuk çocukların ölmesine, geleceklerinin kararmasına sessiz kalıyor. Buna dur demek isteyenlerin sesi ise hukukçuların tepinmeleri yüzünden duyulmuyor. Yine filler tepişiyor, ezilenler çimler oluyor.
Çocukların sessiz çığlıklarını ise yüzlerce yıldır bu topraklarda duyana rastlanmamış.
Kimi zaman insan olmaktan da bu topraklarda yaşamaktan da utanıyorum. Ama hala sokakta gülen bir çocuk görünce insanın içinde yine de bir umut beliriyor. Tanrı var mı bilmiyorum ama varsa ondan tek istediğim çocukların gülüşüne dokunacak olan herkesi durdurması.
Belki o zaman çocukların sessiz çığlıkları son bulur ve büyükler onların şen kahkahalarını duyarak mutlu olmaya başlar.